Din

Din nedir?

Din

Din nedir? Din ne demektir? Din kelimesinin anlamı nedir?

Din, insanın Tanrı, diğer insan ve yaratılmışlarla ilişkilerini düzenleyen ve hayatına yön veren, onlarla ilgili davranışlarına esas olacak kurallar bütünüdür.

Akıl nimetine sahip olan insanları, kendi hür iradeleriyle en iyiye, en doğruya ve en güzele ulaştıran ilahi kanunlara “din” denir.

Din kelimesi Arapça kökenlidir. Örf ve adet, ceza ve karşılık, mükafat, itaat, hesap, boyun eğme, hakimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, ferman ve hüküm, makbul ibadet, millet ve şeriat anlamlarına gelmektedir.

Din, Allah tarafından konulmuş bir kanundur. İnsanlara, yaratılış gayesini ve varoluş hikmetini bildirir. Yüce Rablerine karşı ne şekilde ibâdette bulunacaklarını öğretir. İyi ve faydalı şeyler yapmaya sevkeder, zararlı işlerden de alıkoyar.

Din, insan aklının kendi kendine sorup durduğu, “Ben kimim, nereden gelip, nereye gidiyorum?” suâllerinin tatmîn edici yegâne cevab kaynağıdır.

Din; adâlet, iyilik, fedakârlık, doğruluk, fazilet gibi duyguların hayat menbaı, insan vicdanındaki inanma ihtiyacının tam karşılığıdır.

Dinler nasıl ortaya çıkmıştır?

İnsanlığın ilk dîni, ilk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem Aleyhisselâm’a gönderilen ve Allah’ın bir olduğu inancına dayanan Tevhid dînidir.

İnsanlar, dinleri peygamberlerden öğrenmişlerdir.

Peygamberler, vahiy yoluyla Allah’dan aldıkları dinî hükümleri, aldıkları şekliyle insanlara bildirmişlerdir. Bu bakımdan, dinlerin hakikî sahibi, Allah Teâlâ’dır. Peygamberler ise dînin hükümlerini insanlara bildiren birer elçi durumundadırlar.

Din inancı, insanla beraber doğmuştur. Çünkü insanlık tarihinin hiçbir döneminde din duygusundan mahrum bir millete rastlanamamaktadır. Nerede insan varsa, orada bir nevi îman, ibâdet ve din duygusu görülmüştür.

Din, insanlığın yaratılışından getirdiği fıtrî ve zarurî ihtiyacıdır. İnsanoğlu vâr oldukça, din de vârolacaktır.

Dinin sağladığı faydalar nelerdir?

Din duygusu, insanın doğuştan kazandığı bir duygudur. Aciz bir varlık olan insan, her zaman ve her yerde, yüce kudretli ve ulu bir varlığa sığınma, ona güvenme ve ondan yardım dileme ihtiyacını hisseder. Bu duygu din duygusudur.

İnsanın psikolojik yapı ve yaşayışında karşılaştığı yalnızlık, çaresizlik, korkular, üzüntü ve sarsıntılar, hastalıklar, musibet ve felaketler karşısında ona ümit, teselli ve güven sağlayan en son sığınak din olmuştur.

İnsan, akıl ve şuur sahibi, varlığı üzerinde düşünebilen bir canlıdır. Nereden gelip nereye gittiğini, niçin yaratıldığını, hayat yolunun onu nasıl bir sonuca ulaştıracağını, vicdânıyla başbaşa kaldığı zaman, kendi kendine sorup durmaktadır. Bu konuda tatmîn olmak, içinde geleceğe ait olarak beliren endişelerden kurtulmak, sükûnete ve iç huzura ermek ihtiyacındadır. Bu huzuru, insan, ancak insanüstü bir hakikata inanıp bağlanmakla bulabilir. Bu hakikatı ise, ona ancak din verir ve öğretir.

İnsanlığın kendi dünyasında maddeten ve mânen inkişaf etmesi, gerçek insanlık mertebesine ulaşması için de, din mutlaka gereklidir.

Din, cemiyet hayatını düzenleyici ve disipline edici olarak da, insanlık için lüzumlu bir müessesedir.

Dinî duygu, insandan hiçbir vakit ayrılmayan, onu daima murakabe altında bulunduran mânevî bir bekçidir. Bu bekçi, vicdanlar üzerinde son derece etkili olduğundan, hem insanı gizli  âşikâr bütün fenalıklardan alıkoyar, hem de her nevi iyiliklere sevkeder.

Din, insan ihtiraslarını frenliyen en kuvvetli mânevî bir dizgindir.

Din sayesinde Allah’ın herşeyi bileceğini, hiçbir şeyin ondan gizlenemeyeceğini idrâk eden insanda kuvvetli bir irâde hâsıl olur. Böyle kuvvetli irâde ve seciye sahibi kişilerden meydana gelen bir cemiyette ise, âsâyiş ve istikrar, nizam ve âhenk bulunur.

Dinsizlik insan hayatını nasıl etkiler?

Dinin olmadığı bir yerde ahlak ve faziletten, dürüstlükten bahsetmek nasıl mümkün değilse, mutluluktan da bahsetmek oldukça zordur.

Dinsizlik, herşeyden önce ahlâk fikrini yıkar. Çünkü din olmadığı takdirde, ahlâk için hiçbir yaptırıcı güç kalmadığından, dinsizlik her türlü kötülüğün yayılmasına ve genişlemesine ve neticede cemiyetin çökmesine sebeb olur.

Dinsizlik, aynı zamanda hukuk fikrini de ortadan kaldırır. Kendini herhangi bir ahlâkî müeyyideye bağlı hissetmeyen dinsiz insan, hiçbir hak ve hukuku yerine getirmez, eline fırsat geçtiğinde zulüm yapmaktan, gasbetmekten, her türlü kötülüğü işlemekten geri durmaz.

Maddeye tapan ve şehvetlerine esîr olan dinsiz insanda, insanlık seciyeleri silinmekte; fazîlet, ferâgat ve fedakârlık yerine feci bir ‘boşver’ zihniyeti hâkim olmaktadır. Bu zihniyet ise, bir cemiyet için felâkettir.

Dinler kaça ayrılır?

İslâm âlimleri dinleri başlıca iki kısma ayırırlar:

1. Hak dinler.

2. Bâtıl dinler.

Tek Allah’a îmanı esas alan ve yalnızca O’na kulluk ve ibâdeti emreden dinlere Hak dinler denir.

Hak dinler, Allah’ın göndermiş olduğu dinlerdir. Bu sebeble bunlara semavî dinler de denir. Hak dinlere, temelini, Allah’ın birliğine îman ve sadece O’na ibâdet esası teşkil ettiği için, Tevhid dini adı da verilir.

Allah tarafından gönderilmemiş, insanların kendilerinden uydurdukları, tek Allah’a îman esasını taşımayan inanç ve fikirlere ise, Bâtıl dinler denir.

Hak dinlerin bazıları, sonradan insanlar tarafından bozulmuş, içine dînin aslından olmayan hurâfeler ve bâtıl inançlar konulmuştur. Bu gibi, aslı hak iken sonradan bozulan dinlere, Muharref dinler denir. Yahudîlik ve Hıristiyanlık gibi… Bunlar başlangıçta Hak din iken, sonradan içlerine hurâfeler ve tevhide aykırı fikirler girmesiyle bozulmuş ve birer muharref din olmuşlardır.

İnsanlar dinden nasıl sapmışlardır?

Hz. Âdem’den (as) sonra, zamanın ilerlemesiyle bazı insanlar nefislerine ve Şeytan’ın telkinlerine kapılarak tevhid inancından uzaklaşmış, Hak dîne yabancılaşmış, bir takım yanlış inançlara saplanmışlardır. Böylece bâtıl dinler ortaya çıkmıştır.

Batıl dinler nasıl ortaya çıkmıştır?

İnsanlar Hak dinden uzaklaşıp bâtıla saplandıkça, Cenâb-ı Hak onlara yeni bir Peygamber ve yeni bir din göndermiş, onları tevhid inancına dâvet etmiştir. Ancak insanların sadece bir kısmı bu dâvete uymuş, diğer kısmı ise bâtıl inançlarında ısrar etmiştir. Hattâ bunlar Hakka dönmemekle de kalmamış, dönenlere zorla mâni olma, baskı ve işkence yapma yollarına bile başvurmuşlardır. Böylelikle her asırda ve her devirde Hak dine inananlarla inanmayanlar arasında sürekli bir mücadele olagelmiştir. Günümüzde de çeşitli isimler ve şekiller altında bu mücadele sürmektedir ve kıyâmete kadar da sürecektir.

Din bilime karşı mıdır?

İlim, madde âleminin, hayatın ve özellikle insanın nasıl vâr olduğunu inceler, bu âlemde cereyan eden İlâhî kanunları bulup çıkarır. Bu kanunlar sâyesinde insanlığın teknik ve medeniyette daha fazla ilerlemesine imkân hazırlar. Din ise, kâinatın ve madde âleminin niçin yaratıldığını ve yaratıcısının kim olduğunu ortaya koyar. Özellikle insanın varlıklar içindeki müstesna mevkiini, yaratılış gayesini ve bu dünyadaki vazifesinin mahiyetini belirtir.

Şu halde ilim ile din için: Varlık âleminin sır ve muamma kutularını açan iki anahtardır denebilir. Biri, varlıkların yaratılış şeklini, maddî  mahiyetini ortaya koyarken; diğeri de yaratılış sebebini ve gayesini açıklamaktadır. Bu bakımdan ortada birbirleri ile çatışan bir durum yoktur. Bil’akis birbirlerini tamamlama söz konusudur.

İlim ilerledikçe dinî görüşlerin iflâs edeceğini sananlar, bu noktada yanılmışlardır. Bil’akis, ilmin ileriye doğru attığı her adım, her yeni buluş, düşünen insanlığı dinî akîdelere biraz daha yaklaştırmış ve Allah’ın büyüklüğünü biraz daha yakından göstermiştir. Şöyle ki:

“Kâinatta mevcut kusursuz bir nizamın dayandığı kanunların keşfinden ve bu kanunlardan istifade yollarının araştırılmasından ibaret olan ilimler”, bu muhteşem nizamı kuran ve işleten Allah’ın varlığına en kuvvetli bürhan ve şahidlerdir. O yüce Yaratanın varlığını, eşsiz kudretini inkâr etmek; ancak gözle görülen mevcut nizamı inkâr etmekle mümkün olur. Nizamın inkârı hâlinde ise, ortada ilim kalmaz.

Diğer taraftan ilimler, Allah’ın yarattığı varlıklar âlemini incelediklerinden, yaratılıştaki hârikaları, ince hesap ve ölçüleri ortaya koymakta ve varlıklar üzerinde tecelli eden İlâhî isim ve sıfatları meydana çıkarmaktadırlar. Bu bakımdan, ilimlerin Allah’ın isimlerine ayna olduklarını ve herbir ilmin Allah’ın bir ismine dayandığını ve hakikatını o isimden aldığını söyleyebiliriz.

İlim ve fenlerin hakikatının İlâhî bir isme istinad ettiği görülmez veya görmezlikten gelinirse, ilmin ya inançsızlğa yol açacağı, veya faydasız birer meşguliyet mahiyeti alacağı, günümüzde pek çok misalleriyle ortaya çıkmıştır.

Hak dinlerin sonuncusu islam’dır.

İnsanlığın son dini, tevhid dîni olan İslâm dînidir.

Hz. Adem’den, Hz. Muhammed’e kadar, bütün peygamberlerin getirdiği  hak dinlerin ortak adı islam’dır.

Hak dinlerin sonuncusu islam’dır. Bu dini tebliğ eden Hz. Muhammed sav. dir. Kitabı Kur’anı Kerimdir. Kur’andan önce gelen kutsal kitapların da inanç esasları aynı idi. Ama onlar zamanla insanlar tarafından tahrif edildiler. Oysa Kur’an, kıyamete kadar ve hatta kıyamette bile tek harfi değiştirilmeden devam edecektir. Çünkü O’nun garantörü Hz. Allah’tır. Delil mi istersin, al sana delil. Hicr suresi ayet 9. “Doğrusu Kur’anı biz indirdik, O’nun koruyucusu da biziz.”

Din nedir?

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir