Yaşlı bir kargaydı. Gece kadar karaydı. O yüzden …

Yaşlı bir kargaydı. Gece kadar karaydı. O yüzden …
Paylaşma ve yardımlaşma ile ilgili hikayeler
GECEKARASI ADINDA BİR KARGA
Yaşlı bir kargaydı. Gece kadar karaydı. O yüzden “Gecekarası’’ adını vermişlerdi ona…
Kendine “Gecekarası’’ dendiği zaman üzülmüştü. Bu addan kurtulmak için beyazlaşmayı düşündü. Gidip ırmaklara, göllere, denizlere attı kendini. Her yıkandığı sudan daha beyaz olarak çıkacağını umut etti. Yıkanma işi biter bitmez suyun aynasında kendini merakla, heyecanla seyretti. Aklanacağı yerde cilalanmış gibi daha bir parlaklaştı. Dolayısıyla daha bir karardı; yağlı, cilalı zifiri karanlığa kesti…
Zaman geçtikçe adına da, cilalanmış gibi parlak, kara tüylerine de alıştı. Her rengin kendine göre bir güzelliği olmalıydı. Beyaz ayrı bir güzeldi. Sarı, yeşil, mavi de. Siyahın da kendine göre bir güzelliği vardı… Öyleyse kendinin kara rengini olduğu gibi kabul etmeliydi. Etti de. Kara kara baktı dünyaya. Çalım satarak kara kara yürüdü. Kara kara öttü, kara kara güldü…
Gecekarası, tüm kargalar gibi kabuklu yiyecekleri çok seviyordu. Örneğin, fındığa, bademe bayılıyordu. Cevizin daha adını duyduğu zaman ağzı sulanıyordu. Tadı, kokusu, damağında bıraktığı lezzet onlarda bir başkaydı. Fındığı, cevizi, bademi kırmak da ayrı bir zevkti. Ayrıca çok heyecanlı bir olaydı. İlk heyecan dalından koparılırken başlardı. Bahçe sahibine görünmeden bu işi yapmak gerekirdi. Görüldünüz mü ya bir taş sıyırıp geçerdi yanınızdan, ya da silahtan çıkan bir mermi. Bu tehlikelerden kurtulanlar olurdu. Kurtulmayanlar da. Meyveyi de alıp kaçtınız mı onu kırma heyecanı başlardı. Bir ceviz, badem nasıl kırılırdı? Nerede kırılırdı? İçi başka bir kuşa kaptırılmadan nasıl boşaltılırdı? Tüm bunlar ayrı bir heyecandı…
Gecekarası, fındığı, cevizi, bademi neden bu kadar çok seviyorsun diyenlere gülüyordu. Yanıtını da hemen yapıştırıyordu:
– Onları kim sevmez ki ben sevmeyeyim…
Gerçekten de Gecekarası haklıydı. Onları kim sevmiyordu ki? Bir fındık, bir ceviz için akşam sabah kavga eden kargaları görüyordu. Musa Emmi bile bir tek bademini, cevizini çaldırdığı zaman hırsız karganın arkasından soluğu kesilene kadar koşuyor, taş atıyor, silah patlatıyordu. Çalınan bir cevizin üç, beş katı fiyatında mermi, saçma yaktığı oluyordu. Yorgunum, uykusuzum demeden akşam, sabah ayakta nöbet tutuyordu.
Musa Emmi çevrenin en çalışkan insanıydı. Herkesin imrenerek baktığı bahçesinin yerini yıllar önce çok az paraya almıştı. Burası dağ, bayırdı o zaman. Bu arazinin kimse dönüp yüzüne bakmamıştı. Musa Emmi gece gündüz, yaz kış demeden çalışmıştı. Taş kırmış, kök sökmüştü. Kuyular kazmış, sular çıkartmıştı. Her cins has meyve fidanı dikmişti. Kısa sürede yeşertip meyveye durdurmuştu onları. Musa Emmi şimdi o meyveleri kargalara kaptırır mıydı?..
Kargaların fındığı, fıstığı, cevizi yeme inadıyla Musa Emmi’nin yedirmeme inadı aynıydı. Bu iki inat sürekli çarpışmaya başlamıştı. Bazen kargalar yenmişti, bazen Musa Emmi. Bu çarpışma hiç bitmemiş, artarak sürüp gelmişti.
Bu kavgada Musa Emmi de, kargalar da kendini son derece haklı sayıyordu.
Musa Emmi haklıydı, çünkü bu bahçeyi o yapmıştı. Bunca ağacı o yetiştirmişti.
Kargalar haklıydı, çünkü ağaçlar da kendileri de sonunda bu doğanın ürünleriydi. İnsanlardan önce vardı kargalar. Sonra da olacaklardı.
Peki, bu kavgada ceviz, badem, fındık kimden yanaydı?
(Kargaları yazmaya çalışan bu yazar da tuhaf sorular soruyordu. Nereden bileceklerdi? Kargalar neyse. Cevize, fındığa, bademe öyle bir soru soran hiç kimse olmamıştı ki!..)
Mehmet GÜLER
Bunları yapmayın ben bir öğretmenim,çocuklar buradan yaparlarsa ödevlerini ,biz öğretmenlerin ödev vermesine gerek yok. Akıllı tahtadan açıp okuduruz.
acaba sew oldunuz mu?
Teşekkürler Gamze hanım :)
Harika bir şiir kaleminize Maaşallah
Teşekkürler :))