Sosyal hayatta kaynaşmayı sağlayan ve birlik ruhunu oluşturan temel ilkeler nelerdir?

Okulda yardımlaşarak yaptığımız işler nelerdir?

Sosyal hayatta kaynaşmayı sağlayan ve birlik ruhunu oluşturan temel ilkeler nelerdir?

İnsan, doğası gereği toplumsal bir varlıktır. İslam dininin sosyal hayatla ilgili ortaya koyduğu ilkeler fertleri birbirine kaynaştırır ve toplumda birlik ruhu oluşturur. Bu ilkelerin başında güven, barış, hakkaniyet, adalet, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gelir.

Emniyet ve güvenin toplum huzuru için önemi nedir?

Emniyet; insanların güven içinde yaşamalarıdır. Bir toplumda emniyet ve huzurun sağlanabilmesi için insanların can, mal, namus, akıl ve din gibi temel haklarının korunması konusunda endişe duymamaları gerekir. Emniyet ve güven toplum huzuru için büyük öneme sahiptir.

Sağlıklı bir toplum ancak birbirine güvenen insanlardan oluşur. Birbirine güvenmeyen insanların oluşturduğu toplumda sevgi, saygı ve dostluk ortamından bahsedilemez. Bu da birlik ve beraberliğin zayıflamasına yol açar.

Sağlıklı bir toplum hem gerçek hem sanal âlemde güven ve emniyetin sağlanmasıyla oluşur.

İslam dini sosyal hayatı düzenleyen ilkeleriyle güvenilir insanlardan oluşan bir toplum meydana getirmek ister. Bu ilkelerden birisi emaneti korumaktır. Emaneti korumak konusunda Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “…Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve (bu hususta) Rabbi olan Allah’tan korksun…” (Bakara suresi, 283. ayet.) Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de bu konuyu “Müslüman, insanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir.” (Tirmizî İman, 12.) diyerek dile getirir.

Allah’ın (c.c.) insanlara örnek olarak gönderdiği peygamberlerin en önemli özelliklerinden birisi de güvenilir insan olmalarıdır. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de her zaman insanların güvendiği birisi olmuş hatta henüz peygamber olmadan önce “Muhammed’ül-Emin” unvanıyla anılmaya başlamıştır. Ayrıca peygamber oluşunun bir gereği olarak Allah’ın (c.c.) emaneti olan vahyi korumuş ve insanlara olduğu gibi ulaştırmıştır.

Bir toplumda devlet, hukuk, aile, eğitim ve ekonomik hayat gibi tüm alanlarda karşılıklı güven duygusunun sağlanmış olması gerekir. Örneğin sosyal hayatın önemli bir gereksinimi olan alışverişlerimizin sağlıklı yürüyebilmesi için satıcı ve müşterinin birbirlerine güvenmeleri gerekir. Yine yatırım, üretim ve pazarlama süreçlerinin tamamı güven esası üzerine yürümektedir. Yatırımlar güvenli ortamlarda yapılabilir. Yarın ne olacağı belli olmayan, huzursuzluk ve kargaşanın hâkim olduğu bir yerde yatırım yapılması beklenemez. Hammadde sağlama, işçi işveren ilişkileri, ulaşım gibi durumların güven içinde olması toplumda bu alanda oluşacak hizmetlerin önünü açacaktır.

Toplumda emniyet ve huzurun sağlanması için bireylerin sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. Sorumluluklar yerine getirilmediğinde toplumda güven duygusu ortadan kalkar. Birbirine güvenmeyen insanların barış içinde yaşamaları mümkün değildir.

Sulh içinde bir yaşam nasıl sağlanır?

Sulh, barış ve anlaşma anlamına gelir. Daha geniş anlamda ise bireyler veya toplumlar arasındaki çekişmelerin, düşmanlıkların ve çatışmaların anlaşmayla sona erdirilmesini ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de “Eğer müminlerden iki grup birbiriyle savaşırlarsa hemen aralarını düzeltin…” (Hucurât suresi, 9. ayet.) buyrularak savaşın ve anlaşmazlıkların sulh yoluyla çözümlenmesi gerektiği ve bu sulhu sağlamanın da Müslüman’ların sorumluluğunda olduğu belirtilmektedir. Bu sorumluluk yerine getirilirken hem tarafların hem de sulh için hakemlik yapacak kişilerin fedakarlıkta bulunması gerekmektedir.

İslam dininin amaçlarından biri de her türlü bozgunculuğa, çekişmeye ve çatışmaya son verip yeryüzünde sulhu gerçekleştirmektir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere uygulamalarıyla rehberlik etmiş, yol göstermiştir. Mekke’de Müslüman’lara yapılan zorbalıklar karşısında barış imkânı aramış fakat müşrikler her defasında şiddet ve işkenceyle karşılık vermişlerdir. O (s.a.v.), Medine’ye hicret ettiğinde oradaki kabilelerle anlaşmalar yapmış, kabileler arasında uzun süredir devam eden savaşlara son vermiştir. Mekkeli müşriklerle Hudeybiye Sulhunu yapmış ve Mekke’yi anlaşma yoluyla fethetmiştir.

Toplumsal barışın bozulmasına sebep olan en önemli hususlardan biri de sosyal ve ekonomik adaletsizliklerdir. Sosyal, siyasi, ailevi barışının sağlanması, insanların birbirlerinin soy, renk, dil gibi farklılıklarını hor görmemesiyle mümkündür. Zengin ile fakir, güçlü ile güçsüz İslam’ın teklif ettiği adilane bölüşümle barış içinde yaşayabilir. Zenginliği Allah’ın (c.c.) bahşettiği bir nimet olarak bilip israf ve lüks tüketim yerine zekat, infak, sadaka gibi ibadetleri yerine getirerek barışa giden yola girilebilir. Kur’an-ı Kerimde “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda infak edenler, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.” (Al-i İmran suresi, 134. ayet.) buyrularak toplum barışının nasıl sağlanacağına işaret edilmiştir.

Barışın önündeki engeller huzursuzluk, karamsarlık, hırçınlık, kin, nefret ve intikam duygularıdır. Bu duyguların
yerine dinimizin emrettiği doğruluk, adalet, merhamet, kardeşlik gibi değerlerin varlığı barışı mümkün kılabilir. Kişilerin bu değerleri bir hayat tarzı haline getirmesi İslam’ın istediği güzel ahlaklı fertleri ortaya çıkarır. Bu fertlerin oluşturduğu toplum da barış ve huzur içinde yaşar.

Müslüman, Allah’a (c.c.) teslim olmuş bir şekilde kendisiyle ve toplumla barış içinde olan kişidir. Kişinin kendisiyle
barışık olması yalandan, hileden uzak dürüst bir hayat sürdürmesiyle mümkündür. Toplumla barışık olması ise
kişinin o toplumda olumlu davranışlar sergilemesiyle sağlanır.

Sulh, hayatın her anında ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir.

İslam’ın barışa verdiği önem ile ilgili ayetler nelerdir?

“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin; çünkü o, apaçık düşmanınızdır.”
(Bakara suresi, 208. ayet.)

“Eğer (düşmanların) barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven; O her şeyi işitendir ve bilendir.”
(Enfâl suresi, 61. ayet.)

Hak ve Adaleti Gözetmenin toplumsal hayat açısından önemi nedir?

Hak; yerindelik, gerçeğe uygunluk, pay ve emek karşılığı alınan ücret gibi anlamlara gelir. Dildeki gündelik kullanımlarına bakıldığında hak kelimesinin kul hakkı, ana-baba hakkı, hak etmek, hakkını helal etmek, haksızlık etmek gibi farklı şekillerde kullanıldığı görülür.

Adalet ise, hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetmek, herkese hakkını vermek, bir şeyi olması gereken yere koymak, ölçülü ve dengeli davranmak anlamlarına gelir. Adaletin zıddı olan zulüm ise zorbalık, haddi aşmak, haksızlık etmek ve başkasının hakkını yemektir.

Hak ve adalet, toplumsal hayatın temel ilkelerindendir. Hak ve adalet konusunda titizlik göstermek birey ve toplum açısından huzurlu olmanın önemli bir şartıdır. Çünkü bir toplumda işler, yapılması gerektiği gibi yapılmaz, iş bilenlere teslim edilmez ve hak edenin hakkı verilmezse o toplumda birlik, beraberlik ve düzen bozulur. Birey ve toplumun huzuru için Müslüman; ailesine, arkadaşlarına, komşularına, hayvanlara ve doğal çevreye karşı hakkaniyetli ve adaletli olmak zorundadır.

Dinimiz hak ve adalete çok büyük önem vermiştir. Bunu Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamberimizin (s.a.v.) davranışlarında görebiliriz. Kur’an-ı Kerim’de adaletten bahseden bir ayette Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Allah, size emanetleri mutlaka ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder…” (Nisâ suresi, 58. ayet.) Hak ve adaleti ilke edinen Peygamber Efendimizin (s.a.v.) uygulamalarına baktığımızda pek çok örnekle karşılaşırız. Örneğin, hicret sonrası Medine Sözleşmesi’yle şehirde yaşayan tüm dini grupların haklarını güvence altına alması bunlardan birisidir. Bu anlaşma ile din, dil ve ırk ayrımı gözetmeksizin herkese hak ve adalet ölçüleri içinde davranılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) bu uygulamasıyla toplumsal barışı ve huzuru sağlamaya çalışmıştır.

Sosyal hayatın dirlik içinde olması, sorunların hukuk yoluyla halledilmesine bağlıdır. Dinimize göre haksızlığa uğrayan bir kişinin, hakkını almak için karşı tarafa yönelik bizzat kendisinin cezalandırma girişiminde bulunması doğru değildir. Böyle bir durumda toplumda kargaşa ve düzensizlik çıkar. Bu yüzden, adaletin yerine getirilmesi için suçluların cezalandırılması hukuk kurumları vasıtasıyla gerçekleşmelidir.

el-Adl: Allah’ın (c.c.) güzel isimlerinden birisidir. Çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden anlamına gelir.

Haklı ile haksız aynı kefeye konulmamalıdır ve tarafgir davranılmamalıdır. Çünkü makam, mevki, zenginlik, fakirlik,
akrabalık, komşuluk, güç ya da acizlik gibi gerekçelerle adaletin gerçekleşmemesi toplumda çatışmalara sebep olur.
Kur’an-ı Kerim’de bu konu şöyle vurgulanmıştır: “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın
aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz)
zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Nisâ suresi 135. ayet.)

Hak ve adalet, düşmanlara karşı bile terk edilmemesi gereken ahlaki erdemlerdir. Bu konu Kur’an-ı Kerim’de “…Bir topluma, olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin…” (Mâide suresi, 8. ayet.) buyrularak dile getirilmiştir.

Hakka riayet etmek ve adaletli olmak Allah’ın (c.c.) hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmaya vesiledir. (Mâide, suresi, 42. ayet.) Bu iki ilkeyi gözeterek yaşamak bizleri dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırır ve yaşadığımız toplumda huzuru sağlar.

Kardeşim diye hitap ettiğimiz arkadaşlarımızın diğerlerinden farkı nedir?

Aynı anneden ve babadan doğan çocuklara kardeş denir. Bu, kardeşliğin kan bağı üzerinden yapılan bir tanımıdır. Dinimizde kardeşlik aynı inanç etrafında buluşan insanların birlik ve dayanışma ruhunu ifade eden bir kavram olarak da kullanılmaktadır. Allah (c.c.) bu durumu Kur’an-ı Kerim de “Müminler ancak kardeştirler…” Hucurât suresi, 10. ayet buyurarak vurgulamıştır.

İnsan, tabiatı gereği mutluluğu ve huzuru arayan bir varlıktır. İnsanın mutluluğu, yaşadığı toplumun huzur ve düzeniyle doğrudan ilgilidir. Bu mutluluğu sağlamak için İslam’ın sunduğu en önemli ilkelerden biri kardeşliktir. Bu anlamda kardeşlik; mü’minlerin birbirlerini sevmesidir. Bu sevgi sayesinde inananlar karşılıklı saygı çerçevesinde birbirlerinin haklarını gözetirler ve sorumluluklarını yerine getirirler. Müslüman’lar arasında olması gereken kardeşlik aynı zamanda muaşeret kurallarını da kapsamaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.) “Müminin mümin üzerinde altı hakkı vardır: Hastalandığında onu ziyaret eder, öldüğünde cenazesinde bulunur, kendisini davet ettiğinde davetine icabet eder, onunla karşılaştığında selam verir, aksırdığında ona hayır duada bulunur, yanında ve gıyabında onun için samimi davranır.” (Tirmizî, Edeb, 1.) buyurarak bu hak ve sorumluluklardan bazılarını bizlere hatırlatmıştır. Bir ihtiyacı olduğunda kardeşinin yanında olmak, düştüğünde elinden tutmak, bir kötülüğe meylettiğinde güzel bir dille onu uyarmak, borcunu ödemesine yardımcı olmak, vefa göstermek ve kardeşi için dua etmek dinimizde kardeşliğin güzel yansımalarındandır. İşte bu sorumluluklar yerine getirildiğinde sevgi temelli kardeşliğin toplumun huzuruna büyük katkısı olur.

İslam dini ortaya koyduğu ilkelerle toplumun temelinin sevgi ve kardeşlik üzerine bina edilmesini istemektedir. Bunun için bir taraftan kardeşliği artıracak ve pekiştirecek davranışlara teşvik ederken diğer taraftan bu kardeşliğe zarar verecek davranışlardan da sakındırmaktadır.

Bizler de hayatımızın birlik ve dirlik içinde sürmesi için dinimizin teşvik ettiği sevgi, dostluk, kardeşlik, merhamet, adalet gibi ilkeleri benimsemeli; toplumsal yapıyı temelinden sarsan kin, nefret ve hasetten uzak durmalıyız.

“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir, ona hainlik yapmaz, ona yalan söylemez, onu yüzüstü bırakmaz. Müslüman’ın ırzı, malı ve kanı saygındır, ona dokunulamaz. Takva, (Allah’a (c.c.) karşı sorumluluk bilinci) işte şuradadır (kalptedir). Müslüman’ın, Müslüman kardeşini küçük görmesi, kötülük olarak ona yeter.” (Tirmizî, Birr, 18.)

Kardeşlik hukukunu bozan durumlar nelerdir?

Hainlik yapmak, yalan söylemek, kardeşimizi yüzüstü bırakmak, mü’min kardeşimizin ırzına, malına ve kanına dokunmak, müslüman kardeşimizi küçük görmek, vb.

Peygamberimiz, Medine’ye geldikten sonra, Mekkeli Müslüman’lardan bazılarını hem kendi aralarında birbirleriyle hem de Medineli Müslüman’larla kardeş yapmıştı. Bu kardeşlik, maddi manevi yardımlaşma esasına dayanıyordu. Yurdundan yuvasından, ailesinden ve sevdiklerinden ayrı düşmenin verdiği garipliği, mahzunluğu gidermek; Mekkelileri, Medine’ye ve Medinelilere ısındırmak, kendilerine destek ve kuvvet kazandırmak amacı taşıyordu.

Peygamberimiz (s.a.v.), Mekke’den hicret edenlerle Medinelileri birbirleriyle kardeş yaptığı sırada, Hz. Ali (r.a), gözleri yaşarmış olarak, Peygamberimizin (s.a.v.) yanına gelip, “Ya Resulallah! Sen sahabilerini birbirleriyle kardeş yaptın. Benimle hiçbir kimse arasında kardeşlik kurmadın.” demiş, Peygamberimiz (s.a.v.) de ona, “Sen dünyada ve ahirette benim kardeşimsin.” buyurmuştur.

Radıyallahu anh: Sahabilerden veya İslam büyüklerinden birinin adı anıldığında söylenen “Allah (c.c.) ondan razı olsun.” anlamındaki dua ifadesidir.

Kardeşlikle İlgili Ayet ve Hadisler nelerdir?

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurat suresi, 10. ayet.)

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim Müslüman’ı bir sıkıntısından kurtarırsa, Allah da onu kıyamet günü bir sıkıntısından kurtarır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun bir ayıbını örter.” (Ebû Dâvud, Edeb 46.)

“Hiçbiriniz kendi nefsi için arzu ettiğini kardeşi için de sevip istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhârî, İmân, 7).

“ Müslüman kardeşine hakaret etmesi bir kişiye kötülük olarak yeter.” (Müslim, Birr, 32).

“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan bina gibidir.” (Buhârî, Salat 88; Mezâlim 5.)

“Vücudun bir organı ağrıdığında, vücudunun kalan kısmının uykusuzluk ve ateş içinde bu durumdan etkilenmesi gibi Mü’minleri de birbirlerine merhamet etmede, sevgi duymada ve yardımlaşma hususunda vücudun organları gibi görürsün.” (Buhârî, salat, 88,)

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.” Ebû Dâvûd, Edeb, 130

Yardımlaşma ve Dayanışmanın sosyal hayattaki önemi nedir?

Yardımlaşma ve dayanışma, insan olmanın bir gereğidir. Yardımlaşma ve dayanışma İslam kültüründe infak, zekât, sadaka gibi uygulamalarla vücut bulmuştur. Bu bakımdan başkalarına yardımda bulunmak bizler için dinî ve insani bir sorumluluktur. Yardımlaşma ve dayanışma, insanlar arasındaki sevgi ve kardeşlik bağlarını güçlendirir, kıskançlığı ortadan kaldırır. Bu sayede toplumun farklı kesimleri arasında denge ve huzur sağlanmış olur.

Dinimizin yardımlaşmayı ve dayanışmayı teşvik etmesi İslam toplumunda vakıf geleneğinin yaygınlık kazanmasını sağlamıştır. Camiler, köprüler, okullar, üniversiteler açılmıştır. Aşevlerinde açlar doyurulmuş, misafirhanelerde evsizler başlarını sokacak bir yer bulmuştur. Hayvanlar için de özel vakıflar kurulmuştur. Böylece vakıflar, İslam kültürünün sosyal hayattaki simgesi olmuş, İslam medeniyeti bir vakıf medeniyeti haline gelmiştir. Yine geleneğimizde önemli bir yere sahip olan hanlar, hamamlar, kervansaraylar gibi tesislerin inşa edilmesi de yardımlaşma ve dayanışmanın ne kadar ileri boyutlara ulaştığının bir kanıtıdır.

Kur’an-ı Kerim’de “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisâ suresi, 36. ayet) buyrularak yardım edilmesi gereken kişiler belirtilmiş ve yardım etmenin kibir ve övünme gibi duygulara sebep olmaması gerektiği vurgulanmıştır. Çünkü kibir, güzel amellerin sevabını yok eden bir hastalıktır. Başa kakarak, başkalarını hor ve hakir görerek yardımda bulunmak toplumsal dayanışma ve kaynaşmaya değil bilakis ayrışmaya ve huzursuzluğa sebep olur.

Yardımlaşma ve Dayanışma ile ilgili ayetler ve hadisler nelerdir?

Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Bakara suresi, 264. ayet.)

“Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında
diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (Müslim, Birr, 66.)

“Bir insan, kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder.” (Müslim, Zikir, 38.)

“Ben ve yetime kefil olan (kol kanat geren) kimse cennette böyle (yan yana) olacağız.” (Buhârî, Talâk, 25.)

“Üç şey vardır ki bunlar kimde bulunursa Allah onu koruması altına alır ve cennete koyar: Güçsüzlere yumuşak davranmak, anne babaya şefkat göstermek ve elinin altında bulunan hizmetlilere iyi muamelede bulunmak.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 48.)

Başkalarına yardım ederken nelere dikkat etmeliyiz?

Başkalarına yardım ederken insanlara gösteriş olsun diye malını harcamak, sadakalarımızı başa kakmak, yardım ederken gönül kırmak, vb. durumlardan kaçınmalıyız.

Peygamberimiz (s.a.v.) yardımlaşma ve dayanışma konusunda bizlere örnek olmuş ve yardımlaşmanın Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmaya vesile olacağını şöyle dile getirmiştir: “…Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir Müslüman’ın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter.” (Buhârî, Mezalim, 3.) Yine Peygamberimizin (s.a.v.) Medine’ye hicretten sonra yaptığı ilk işlerden biri Mescid-i Nebi’nin inşası olmuştur. Müslüman’lar burada hem Allah’a (c.c.) ibadet etmişler hem de birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma içinde olmuşlardır.

Yardımlaşma ve dayanışma iyilik üzere olmalıdır. Müslüman’ların günah işlemek veya herhangi bir kötülük yapmak amacıyla birbirleriyle yardımlaşmaları doğru değildir. Kur’an-ı Kerim’de “… İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının…” (Mâide suresi, 2. ayet.) buyrularak bu konunun önemi vurgulanmıştır.

Dinimizin emirleri, tavsiyeleri ve öğütleri hakkıyla yerine getirildiğinde, sosyal yardımlaşma ve dayanışma da gerçekleşecektir. Dinimizin en temel ibadetlerinden olan Cuma namazı ve haccın cemaatle ifasının şart olması
Müslümanlarda birlik ve beraberlik bilinci doğurur. Yine fertlerin yerine getirmesi gereken sadaka ve zekât gibi ibadetler toplumda yardımlaşma, dayanışma, birlik ve beraberlik ruhunu canlandırır. Bu yönüyle bütün ibadetler
bir taraftan kişinin Allah’a (c.c.) olan bağlılığını pekiştirirken diğer taraftan da sosyal hayatın kardeşlik duyguları içerisinde inşasını sağlamaktadır.

Karşılaştığımız zorlukları yardımlaşma ve dayanışmayla aşabiliriz.

Yardımlaşma ve dayanışma sadece maddi olarak yapılmaz. Bir Müslüman başkasına manevi olarak da yardım edebilir. Peygamberimiz, “Kimin yanında fazla binit varsa onu biniti olmayana versin. Kimin yanında fazla azık varsa onu azığı olmayana versin.” (Müslim, Lukata, 18.) buyurmuş, bir defasında da, “Biriniz (din) kardeşine danıştığı zaman, danışılan kimse ona (yararlı gördüğü) görüşünü belirtsin.” (İbn Mâce, Edeb, 37.) diyerek her anlamda yardımlaşma ve dayanışmaya dikkat çekmiştir. Bir Müslüman’ın dua ederken sadece kendisine değil sevdiklerine de dua etmesi bir manevi yardım örneğidir.

Başkalarının iyiliğini ve mutluluğunu istemek, karşılık beklemeden birine yardım etmek, bir başkası için kendi menfaatlerinden vazgeçmek ancak bencillikten kurtulmakla mümkündür. Bu gerçekleştiğinde insanların sıkıntılarını ve acılarını daha iyi anlayıp onların dertlerine duyarlı oluruz. Böylece toplumsal ilişkiler Allah’ın (c.c.) rızasına uygun ve arzu edilen şekilde devam eder.

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir