Sosyal Hayatı Olumsuz Etkileyen Etkenler nelerdir?

Sosyal Hayatı Olumsuz Etkileyen Etkenler nelerdir?
Toplumu olumsuz etkileyen durumlar nelerdir?
Ahlaki Yozlaşma
Yaralama ve Öldürme
Yalan ve Hile
Alkol ve Bağımlılık
Fitne, Fesat ve Terör
Zina
Tecessüs ve Mahremiyeti İhlal
Ahlaki Yozlaşma nedir ve toplumu nasıl etkiler?
Ahlak kelime anlamı olarak huy, mizaç ve karakter demektir. Kavram olarak ise insanın bir amaca yönelik kendi arzusuyla iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak durmasıdır. Yüce dinimiz, Müslüman’ın güzel ahlaklı olmasını ister. Çünkü din, insanın hem bu dünyada hem de ahirette mutlu olmasını amaçlar. Bireyin mutluluğu güzel ahlaklı bir kişi olarak yaşamasına bağlıdır. Ahlaki yozlaşma ise kişinin ve toplumun yavaş yavaş iyi ve güzel davranışlardan uzaklaşması anlamına gelir. Ahlaki yozlaşmanın en kötü tarafı, dinî ve ahlaki değerlerin bozulduğunun farkına varılmamasıdır. Ahlaki yozlaşma toplumda bir virüs gibi sinsice yayılır ve toplumu derinden sarsacak boyutlara ulaşır.
İnsan akıl, irade ve vicdan sahibi bir varlıktır ve bu özellikleri nedeniyle dinin emir, yasak ve öğütlerine uymakla sorumlu tutulmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de iman edip güzel işler yapmak (Asr suresi, 3. ayet.) müminlerin özelliği olarak belirtilmiştir. Peygamberimiz de “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 1.) buyurarak İslam’ın güzel ahlaka verdiği öneme dikkat çekmiştir. İslam’a göre iyi bir insan olmak, dinî ve ahlaki ilkeleri yaşamakla mümkündür. Bu ahlaki ilkelere ulaşabilmek için ibadetler oldukça önemli bir yere sahiptir. Kur’an-ı Kerim’de “…Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar…” (Ankebût suresi, 45. ayet.) buyurularak ibadetlerin ahlaka katkısı vurgulanmıştır.
Ahlaki yozlaşma günümüzde, iletişim araçlarının çeşitlenip çoğalması, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla her geçen gün daha da artmaktadır. Müstehcen yayınlar yapan, ahlaki değerleri hiçe sayan bazı televizyon programları, İnternet siteleri, oyunlar ve dizilerle şekillenen magazin kültürü ahlaki yozlaşmaya sebep olmaktadır. Bütün bunlar insani ve ahlaki değerleri yozlaştırırken, insanı kendisine yabancılaştırmaktadır. Dinimizde bunlar mâlâyânî olarak adlandırılmıştır. Mâlâyânî olan şeyler; insanın kendisine, çevresine, dünya ve ahiret hayatına bir faydası olmayan davranışlardır. Bunlar kişiyi asıl odaklanması gereken sorumluluklarından alıkoymakta, amellerin Allah (c.c.) rızası gözetilerek yapılması gerektiğini unutturmakta ve kişiyi yapmakla emrolunduğu ibadet ve kulluktan uzaklaştırmaktadır. Oysa Müslüman, zararlıya veya faydasıza değil, dünyada ve ahirette kendisine yararlı olan amellere yönelmeli ve Peygamberimizin “Kişinin Müslüman’lığının güzelliği, mâlâyânîyi terk etmesindedir.” (Muvatta, Hüsnül’l-Hulk, 1.) sözüne kulak vermelidir.
Ahlaki yozlaşmanın temelinde insan iradesinin iyi ve doğruyu seçmek yerine nefsine boyun eğmesi ve zamanla onun sınırsız arzularının esiri durumuna düşmesi yatmaktadır. Allah (c.c.) rızasını gözeterek yaşamak yerine sınırsız haz isteği intihar, gasp, cinayet, yolsuzluk, hırsızlık, haksızlık, şiddet, edepsizlik, uyuşturucu ve fuhuş gibi Allah’ın (c.c.) haram kıldığı davranışlara sürükler. Bireyin ve sosyal hayatın huzurunu bozan bu olumsuz davranışlar ancak Allah’a (c.c.) tam bir bağlılık ve ahlaki ilkelerin hayatın merkezine alınmasıyla aşılabilir.
“Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, yaşlılığın düşkünlüğünden, kabir azabından sana sığınırım. Allah’ım! Nefsime, senden sakınma şuurunu (takvasını) ver ve nefsimi arındır. Onu en iyi arındıracak olan sensin. Onun koruyucusu da onun efendisi de sensin. Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73.)
Yalan ve Hile toplum hayatını nasıl etkiler?
Yüce Allah, (c.c.) insanların huzur ve güven içinde yaşayabilmeleri için bazı davranışları yasaklamıştır. Yalan ve hile, sosyal hayatı olumsuz yönde etkilediğinden İslam’ın kesinlikle uzak durulmasını istediği yasaklardandır.
Yalan; aldatmak amacıyla bilerek ve gerçeğe aykırı olarak söylenen sözdür. Doğruluğun zıddıdır. Yalan söyleyen insan, bilerek karşısındaki kişiyi aldatır, insanların güvenini kaybeder. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde “Müslüman, elinden ve dilinden başkalarının güvende olduğu kimsedir.” (Buhari, İman, 5.) buyurarak Müslüman’ı söz ve davranışlarıyla başkalarının güvenini kazanan kimse olarak tanımlamıştır. Yüce Allah (c.c.) bir ayette “…Yalan sözden sakının” (Hac suresi, 30. ayet.) buyurarak insanların yalandan kaçınmalarını istemiş, Ahzâp suresi 70. ayette de “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.” buyurarak insanları doğruluğa yönlendirmiştir.
Yalan, adaletin gerçekleşmesine engel olur. Suçluyu suçsuz, suçsuzu ise suçlu gibi gösterebilir. Yalan yere yapılan şahitlikle adaletin yerini bulması engellenmiş olur. Kur’an-ı Kerim’de “(O kullar), yalan yere şahitlik etmezler…” (Furkân suresi, 72. ayet.) buyrularak Müslüman’ın şahitlik ederken de doğruluk üzere olması gerektiği vurgulanmaktadır.
“Doğruluk hayra ulaştırır, hayır da cennete… Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (dosdoğru) diye kaydedilir. Yalancılık yoldan çıkarır. Yoldan çıkmak da cehenneme sürükler. Kişi yalancılığı kendine yol edinince Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye kaydedilir.” (Buhârî, “Edeb”, 69.)
Hile; birini aldatmak, yanıltmak için kurulan bir tuzaktır. Yalancılık gibi hile de dinimizin yasakladığı, sosyal hayatı olumsuz etkileyen kötü davranışlardan biridir. Hile, gerçeği gizleyerek çıkar sağlamak amacıyla yapılan ve yalanı da içine alan bir hastalıktır. Bu da toplumsal barışı, güveni ve huzuru bozar. İnsanların mağdur olmasına sebep olur.
Dinimiz hilenin her çeşidini yasaklamıştır. Mesela bir esnaf, sattığı şeyin güzel taraflarını gösterip kusurlarını gizleyerek eksik ölçer veya kalitesiz eşyayı kaliteli diye satarsa alıcıyı aldatmış ve kandırmış olur. Bu da haksız kazanç olur ve kul hakkına girer. Yüce Allah (c.c.) bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de “İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan (ölçen) hilekârlara yazıklar olsun.” (Mutaffifîn suresi, 1-3. ayetler.) buyurarak insanları hile yapmaktan kaçınmaları için uyarmıştır.
Yalan ve hile, fertler arasındaki güven duygusunu ortadan kaldırır. Arkadaşlıkların bozulmasına, ailelerin parçalanmasına, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin zedelenmesine sebep olur. Yalan ve hileden kaçınmak ahlaklı insan olmanın en önemli şartıdır. Toplumsal huzur için eşlerin, çocukların, kardeşlerin, akrabaların, komşuların ve arkadaşların hepsi birbirine karşı dürüst olmalıdır.
Sevgili Peygamber’imiz (s.a.v.) “Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, İman, 43.) buyurarak Müslüman toplumun bir üyesi olabilmeyi, yalan ve hileden uzak durmaya ve dürüst olmaya bağlamıştır.
Doğruluk Üzere Yaşayan İnsan bir insan nasıl olur?
Yalan söylemeyen ve hile yapmayan insan doğruluk üzere yaşayan bir insandır. Böyle bir insandan adalet, dürüstlük, ahde vefa, emanete riayet, samimiyet, haktan ve haklıdan yana olma davranışları beklenir.
Doğruluktan Sapan İnsan bir insan nasıl olur?
Yalan söyleyen ve hile yapan insan doğruluktan sapmış bir insandır. Böyle bir insandan aldatma, güvensizlik, sahtekârlık, iki yüzlülük, riyakârlık, samimiyetsizlik ve ihanet beklenir.
“Münafığın alameti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder, söz verdiği zaman sözünde durmaz.” (Müslim, İman, 107.)
Tecessüs ve Mahremiyeti İhlal toplum hayatını nasıl etkiler?
“Hiç kimsenin izinsiz olarak bir başkasının evinin içine bakması helal değildir. Eğer bakarsa (eve) girmiş demektir…” (Tirmizî, Salât, 148.)
Tecessüs, bir kimsenin özel durumunu merak edip öğrenmek için onun bilgisi ve rızası dışında gizlice araştırma yapmaktır. Gizli kalması istenilen bir durumu öğrenmeye çalışmak da tecessüs olarak nitelendirilir.
Dinimizde insanların özel hayatlarının araştırılması ve ifşa edilmesi yasaklanmıştır. Çünkü bu durum kişinin en temel insani haklarından olan mahremiyeti ihlal anlamına gelir. İnsanların gizli hallerinin ifşa edilmesi, insan onurunu yaralayıcı bir durumdur. Yüce Rabb’imiz bu durumu, “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetini araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucurât suresi, 12. ayet.) buyurarak yasaklamıştır. Ayette de belirtildiği gibi tecessüs ve zan, herkesin birbirinden şüphelendiği güvensiz bir ortamın oluşmasına sebep olur.
Mahremiyet ihlali sadece kişilerin haklarını ihlalle ilgili değildir. Özel ve resmî kurumların gizli bilgilerini araştırmak, bu bilgileri başkalarıyla paylaşmak hatta bunlardan maddi kazanç elde etmek de tecessüs ve mahremiyet ihlalidir ve hukuki sonuçlar doğurur.
“Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın, birbirinizin özel hallerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!” (Buhârî, Edeb, 57.)
Hiç kimse başkasının özel hayatını merak edip meşru olmayan yollarla öğrenmeye çalışmamalıdır. Çünkü başkalarının gizli hallerini öğrenmeye çalışan bir Müslüman harama düşmüş olur. Ayrıca başkaları hakkında su-i zana kapı aralayarak insani ilişkilere zarar vermiş olur. Evli-bekar, kadın-erkek, genç-yaşlı her mümin, tecessüs ve su-i zandan uzak durarak mahremiyetin korunması konusunda sorumluluklarını yerine getirmelidir. Bu sorumluluk bilinci öncelikle ailede kazanılır. Eşler ve çocuklar birbirlerinin ve ailelerinin sırlarını başkalarına söylememelidir. Dinimizde bu konuya gösterilen hassasiyetin amacı; bireylerin ve ailelerin özel hayatlarını güvence altına almak, sosyal hayatı etkileyen olumsuzlukları bertaraf etmek; huzur, güven ve güzel ahlakın egemen olduğu sağlıklı bir toplum oluşturmaktır.
Her insanın ihlal edilmemesi gereken mahremiyet alanları vardır.
Fitne, Fesat ve Terör toplum hayatını nasıl etkiler?
Fitne, bozgunculuk, karışıklık ve kargaşa, çıkarmaktır. Fitne, insanlar arasındaki güven duygusunu ortadan kaldırıp şüphe ve düşmanlığa sebep olur. Dedikodu, iftira, yalan gibi tutum ve davranışlarla barış ve huzur ortamını, sosyal yapıyı ve düzeni bozmak fitne kapsamında değerlendirilir.
İslam dini, fitneyi en büyük günahlardan biri olarak kabul eder. Bu konuyla ilgili bir ayette “Fitne öldürmekten daha kötüdür…” (Bakara suresi, 191. ayet.) buyrularak fitnenin cinayetten daha tehlikeli ve ortadan kaldırılması gereken bir suç olduğu vurgulanmıştır. Çünkü fitne sebebiyle yalnız bir kişinin değil bütün toplumun yok olma tehlikesi ortaya çıkmaktadır.
Fitneyle doğrudan alakalı kavramlardan biri de nifaktır. Nifak; içi dışı bir olmamak, iki yüzlü olmak demektir. Münafık, bir yüzüyle doğruluktan, adaletten söz ederken diğer taraftan bozgunculuk ve yalan üzere planlar yapmaktadır.
Tarih boyunca fitne ve nifak hareketlerinin olumsuz yansımalarını görmek mümkündür. Peygamber Efendimiz zamanında bile münafıklar inananları Allah (c.c.) yolundan döndürmek, toplum düzenini bozmak ve kargaşa çıkarmak istemişlerdir. Kur’an-ı Kerim münafıkları, “kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söyleyenler” (Âl-i İmrân, 167) şeklinde tarif etmiştir. Çünkü münafıklar, inanmadıkları halde inanmış gibi görünürler. Asıl niyetleri ise Müslüman’ların aralarını açmak, onları birbirine düşürmek ve böylece toplumsal huzursuzluk ortamı oluşturmaktır. Barış ve huzurdan yana olduklarını söylerler fakat zora gelince hemen bozgunculuğa başlarlar.
Münafıklar, Uhut savaşında İslam ordusunu yarı yolda bırakarak geri dönmüş, Tebük savaşına da bahaneler uydurarak katılmamışlardı. Kur’an-ı Kerim’de “Şayet onlar sizinle beraber sefere çıkmış olsalardı, size bozgunculuktan başka katkıları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek istedikleri için aranıza sokulacaklardı; içinizde onlara kulak asacak olanlar da vardı. Allah zalimleri çok iyi bilir.” (Tevbe suresi, 47. ayet.) buyrularak onların asıl niyetleri ortaya konmuştur.
Fitne çıkarmak isteyenler genellikle Müslüman’ların ibadetlerine katılırlar ve Müslüman toplumun bir ferdi gibi davranırlar. Fakat el altından her türlü entrikayı çevirerek düşmanlarla iş birliği yaparlar. Açıktan düşmanlık yapanlara karşı önlem almak mümkünken fitne yoluyla düşmanlık yapanlara karşı önlem almak oldukça zordur. Dolayısıyla Müslüman’lar bu tür düşmanlara karşı sürekli uyanık olmalı ve onların oyunlarına gelmemek için gayret göstermelidir.
Fitne sosyal ilişkilerin zedelenmesine sebep olur. Ailelerin parçalanması, komşulukların ciddi zarar görmesi, arkadaşlık ve dostlukların bozulması basit bir fitneden kaynaklanabilir. O yüzden Yüce Allah (c.c.) “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât suresi, 6. ayet.) buyurarak toplumsal ilişkilerimizin fitneye kurban edilmemesi gerektiği konusunda bizleri uyarmaktadır.
Fesat, toplumda yerleşmiş olan doğru inanç, düşünce ve düzenin bozularak yalan, yanlış ve olumsuz propagandayla hak ve adaletin ortadan kaldırılması, toplumda kargaşanın hâkim olmasıdır.
Fitnecilerin tam anlamıyla istedikleri sonuçlara ulaşmasıdır. Fesat çıkaranlar değerlere, örf ve âdetlere saldırarak toplumda ahlaki bir yozlaşma oluşturmaya çalışırlar. Sadece yalan söylemekle, kargaşa çıkarmakla kalmaz; ellerine fırsat geçirdiklerinde de her türlü hainlik ve zalimliği yaparlar. Fesatçıların özellikleri Kur’an-ı Kerim’de şu ayette haber verilmektedir: “Hâkimiyeti ele aldığında ise ülkede bozgunculuk çıkarıp ürünleri ve nesilleri yok etmeye çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara suresi, 205. ayet.)
Terör; etrafa korku salmak, öldürmek, yaralamak, tahrip etmek suretiyle toplumun can, mal ve namus güvenliğini tehdit etmektir.
Fitne, fesat ve teröre karşı en büyük silahımız birlik ve beraberliğimizdir.
Adalet, güven, doğruluk ve dürüstlük ilkelerine karşı düşmanca tavır alıp toplum düzenini bozmaya çalışanlar, örgütlü bir şekilde eşkıyalık ve kanunsuzluk yapanlar, yol kesip insanları tehdit edenler, halkın emniyet ve asayişini bozanlar terör faaliyeti içinde sayılırlar. Kur’an-ı Kerim’de bu tür faaliyetler içinde olanların bu dünyada en ağır cezayla cezalandırılmaları gerektiği, ahirette de cezalarının çok ağır olacağı vurgulanmıştır. (Mâide suresi, 33. ayet.)
İslam, getirmiş olduğu inanç ve ahlak sistemine karşı düşmanca tavır almaya müsaade etmediği gibi yeryüzünde fesat çıkararak toplum düzeninin bozulmasına da izin vermez. İslam, sadece insanların değil, aynı zamanda çevrenin ve ekolojik dengenin de korunmasını, böylece insanların huzurlu ve mutlu bir hayat yaşayabilmelerini hedefler.
Dinimiz, adalet, huzur ve barışı esas alır. Gerek ayetlerde gerekse hadislerde fitneye, fesada ve teröre karşı açık hükümler bulunmaktadır. Yeryüzünde bozgunculara ve fitnecilere karşı mücadele etmek Müslüman’ın en temel görevlerinden biridir. (Enfâl suresi, 39. ayet.)
Fitne ve fesat çıkaranların özellikleri nelerdir?
“İnsanlardan öyleleri vardır ki: “Biz Allah’a ve ahiret gününe iman ettik” derler; oysa inanmış değillerdir.”
Akıllarınca Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışıyorlar; halbuki onlar farkında olmadan yalnızca kendilerini aldatmış oluyorlar.
Kalplerinde bir bozukluk vardır, Allah da onlardaki bozukluğu arttırmıştır. Yalan söylemeleri yüzünden, kendilerine acı veren bir azap da vardır.
Onlara “Yeryüzünde düzeni bozmayın” denildiğinde, “Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz” derler.
Biline ki, gerçekten bozanlar onların ta kendileridir, ama farkında olmuyorlar.
Onlara “Diğer insanlar gibi siz de iman edin” denildiğinde, “Akılsızların inandıkları gibi biz de inanalım mı?” derler. Biline ki, asıl akılsızlar onlardır, fakat bilmezler.
İman edenlerle karşılaşınca “inandık” derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise “Biz sizinleyiz, biz yalnızca alay etmekteyiz” derler.”
(Bakara suresi, 8-14. ayetler.)
Yaralama ve Öldürmenin toplumdaki etkileri nelerdir?
İslam dininde emir ve yasaklarla muhafazası gözetilen beş temel değer nedir?
İslam dini ortaya koyduğu ilkelerle yeryüzünde güven ve huzur ortamı oluşturmayı amaçlamıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için can, mal, akıl, nesil ve dinin korunmasını en temel hak saymıştır. İşte yaralama ve öldürme insanın kutsal olan bu haklarından yaşama hakkının ihlali anlamına gelmektedir.
Yaralama, kişinin vücut bütünlüğüne kasti olarak zarar vermektir. Bu durum; saldırı, işkence ve kişinin bilgisi dışında uygulanacak sağlık müdahaleleriyle oluşabilir. Bu tür bir durumla karşılaşan birey acı, elem ve ıstırap içine düşer. Maddi ve manevi hakları ihlal edilmiş olur. Yaralama kasti olarak meydana gelebileceği gibi hatayla da oluşabilir.
Tedbirsizlik ve alkollü araç kullanımı gibi sebeplerle ülkemizde çok sayıda trafik kazası meydana gelmektedir. Buna bağlı olarak birçok insan yaralanmakta veya ölmektedir. Yine iş güvenliğine gereken özen gösterilmediğinden insanların yaralandığı ve öldüğü iş kazaları meydana gelmektedir. Bu durumlarda kasıt olmasa bile kuralların ihlal edilmesi ve tedbirsizlik sonucu insanların yaralanması veya ölmesi dinen de kabul edilemez.
Kurallara uyarak yaşarsak hem kendimize hem de başkalarına zarar vermemiş oluruz.
Öldürmek, bir kimsenin hayat hakkını elinden almak demektir. Hayata yönelik her türlü tehdit ve tehlikeden uzak bir şekilde yaşayabilmek tüm insanların doğuştan kazandığı en tabii haklardandır. Diğer bütün haklar bu hakkın varlığına bağlı olduğu için yaşama hakkı, bütün hakların da temelidir.
Kur’an-ı Kerim’de “…Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın…” (İsrâ suresi, 33. ayet.) buyrularak bir kimseyi öldürmek büyük bir günah kabul edilmiştir. Bir başka ayette ise “… Kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur…” (Mâide suresi, 32. ayet.) buyrularak bir insanı öldürmenin ne kadar büyük bir suç olduğu vurgulanmış ve bir canı kurtarmanın ne kadar erdemli bir davranış olduğu anlatılmıştır.
Bir düğün töreninde, birkaç kişi tabancaları ile havaya doğru ateş etmeye başlarlar. İçlerinden biri, aldığı alkolün de etkisi ile kontrolünü kaybeder. İstemeden de olsa bir kişinin yaralanmasına sebep olur. Kendimizi hem yaralayan hem de yaralanan kişinin yerine koyarak bu tür olaylara karşı tedbirli ve dikkatli olmalıyız.
Zinanın toplum üzerindeki etkileri nelerdir?
Zina, evlilik bağı olmaksızın iki kişinin gayri meşru ilişki kurmalarına denir. Zina yapan kimseye “zani” denilir. Zina dinimizin yasakladığı en büyük günahlardandır. Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.” (İsrâ suresi, 32. ayet.) buyurarak zinayı haram kılmış ve müminlerin bu günahtan uzak durmalarını emretmiştir.
Ailenin huzuru için en önemli dayanak noktası eşlerin birbirlerine olan sadakatleridir. Sadakat birbirine vefa gösterme, güven duyma, sözünde durma ve doğruyu söyleme anlamlarına gelir. Nikah ile Allah’ın (c.c.) ve insanların önünde birbirine eş olma sözü veren çiftlerin bu söze sadık kalmamaları aile yuvasının yıkılmasına neden olmaktadır. Bu sadakatsizliğin en bariz göstergesi zinadır. İslam dini birbirini aldatarak zina eden erkek ve kadının mahkemede ispatlanması durumunda cezalandırılmasını istemektedir. (Nûr suresi, 2. ayet.) Aynı zamanda iffetli erkek ve kadına zina iftirası atmak da en büyük günahlardan sayılmış ve iftirada bulunanların cezalandırılması istenmiştir. (Nûr suresi, 4. ayet.)
Yüce Allah (c.c.) insanların, hayvanların ve bitkilerin hepsini çift yaratmıştır. “Her şeyi çift (erkek-dişi) yarattık ki düşünüp ders alasınız.” (Zâriyât suresi, 49. ayet.) ayeti, bu gerçeği ifade etmektedir. Erkek ve dişi olarak yaratılan varlıklar soylarını bu sayede sürdürürler. Yüce Allah’ın (c.c.) sağlıklı nesillerin devamı için koyduğu bu yasa (sünnetullah) erkek ve kadının meşru birlikteliğiyle oluşan aile kurumuyla devam edebilir. Bu meşruiyet nikah ile gerçekleşmektedir. İnsanların erkek ve kadın olarak birbirini tamamlayan iki cins şeklinde yaratılması, sosyal hayatın dengesini ve insanların mutluluğunu sağlayan önemli bir unsurdur. İnsanlar fıtrata ve toplumsal yasalara aykırı davrandığında bu denge bozulur. Bütün bunlardan dolayı İslam dini zinayı yasaklamış ve zinaya götüren yolları kapatmıştır. (İsrâ suresi, 32. ayet; Tahrîm suresi, 6. ayet; Nûr suresi, 30-31. ayetler.) Gelecek nesillerin emniyeti, insanların kendi aileleri içinde meşru bir hayat yaşamalarıyla sağlanır. Zina ise nesli ve aile yapısını bozan gayri ahlaki bir davranıştır. Ayrıca bu davranış aile ve toplum ahlakını çökertmekte, psikolojik huzursuzluklara ve sosyal dengesizliklere sebep olmaktadır.
Zinadan ve zinaya götürecek her türlü davranıştan kaçınmak ahlaklı ve iffetli bir Müslüman’ın en büyük özelliğidir. Çünkü bu kapsamda müstehcen televizyon ve yayınlarından uzak durmak gerekmektedir. Bu yayınlar cinsellik üzerinden zinaya, fuhuşa ve daha başka gayri ahlaki davranışlara özendirmektedir.
Alkol ve Madde Bağımlılığının toplum üzerindeki etkileri nelerdir?
Akıl ve irade, insanın en temel iki özelliğidir. Akıl, iyi ile kötüyü ayırt etmemizi; irade ise iyi veya kötüden birini seçmemizi sağlar. Bu özelliklerin sağlıklı işlememesi durumunda yaratılış amacımıza uygun hareket edemeyiz.
İslam’da akıl, can, nesil, mal ve din korunması gereken temel değerlerdir. Bu değerleri ortadan kaldıracak veya onlara zarar verecek tüm fiiller dinimizce haram kılınmıştır. Bu konu Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilir: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide suresi, 90-91. ayetler.) Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadisinde “İçki, bütün kötülüklerin anasıdır.” buyurarak içkinin birçok olumsuz davranışa kapı açtığını belirtmiştir.
Alkollü içecekler ve uyuşturucu maddeler beyni ve merkezi sinir sistemini olumsuz yönde etkiler. Bu nedenle bunlar aklımızı kullanmayı engelleyen ve bizi iradesiz kılan zararlı maddelerdir. Alkol ve uyuşturucu maddenin kişiye verdiği en büyük zarar bağımlılıktır. Bağımlılık, bir maddeye karşı duyulan “onsuz yaşayamama” halidir. Bu durumdaki bireyde stres ve kaygı seviyesi yüksek olduğundan, akıl ve iradenin sağlıklı bir şekilde kullanılması mümkün değildir.
Alkol kullanımı sosyal hayatı olumsuz etkiler.
Alkol kullanmak trafik kazalarının en önde gelen sebepleri arasındadır. Bu kazalarda yaralanma ve ölümlerin gerçekleşmesi alkol kullanan kişide ömür boyu kurtulamayacağı vicdan azabına sebep olmaktadır. Ayrıca alkol ve uyuşturucu bağımlılığı aile ilişkilerini de olumsuz etkilemektedir. Ailenin bir üyesinin alkol ve uyuşturucu madde kullanması, aile içinde ciddi sorunlara ve çatışmalara neden olmaktadır. Bağımlılık haline dönüşen bu alışkanlıklar çeşitli nedenlerle ailede yalanı, baskıyı, saldırganlığı ve şiddeti doğurmaktadır. Bu durum aile içinde onulmaz yaralar açarken diğer taraftan bireyin toplumla ilişkilerinin bozulmasına sebebiyet vermektedir.
Alkol kullanımı sosyal hayatı olumsuz yönde etkiler. Sevme, sevilme ve ait olma gibi duygularımızın karşılanması, çevremizdeki insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmamıza bağlıdır. Alkollü içki içmek, uyuşturucu madde kullanmak, sigara içmek veya nargile kullanmak gibi davranışlar sadece bize değil; ailemize, sevdiklerimize, akrabalarımıza, çevremize, yaşadığımız topluma ve devletimize zarar verir. Yeteneklerimizi kullanmamızı engeller ve üretkenliğimizi azaltır. Bu durum bizi maddi ve manevi olarak zarara uğratır.
Alkol ve uyuşturucu madde kullanımının, birey ve toplum için birçok olumsuzlukları vardır.
Alkol ve uyuşturucunun bireysel zararları nelerdir?
Akıl yetisini kullanmayı engeller.
Ruh ve beden sağlığını bozar.
Güven duygusunu zedeler.
Bağımlılık oluşturur.
İradeyi zayıflatır.
Fakirleştirir.
Yalnızlığa mahkum eder.
Alkol ve uyuşturucunun toplumsal zararları nelerdir?
Sosyal ilişkiler zedelenir.
Aile huzuru bozulur.
Meslek hayatını olumsuz etkiler.
Kamu sağlık harcamalarını artırır.
Suç oranları artar.
Devlet ekonomisine zarar verir.
Güven ve huzur ortamı bozulur.
ÇOK 👍👌👌😁😁😁
2016 ocak 20 mersinde doğdum
çok iyi yazılmış bir duadır bu kim yazdıysa eline koluna sağlık
Saçlarımız ne modeline örnektir
KELOĞLAN İLE NASREDDİN HOCA Keloğlan kasabaya tavuk satmaya gitmiş. Pazara gelince elindeki iki tavuğa müşteri aramaya başlamış. Adamın biri tavuklara…