Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Doğduğu Çevre

Arap yarımadası

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Doğduğu Çevre

Mekke şehri ve Kâbe ile ilgili neler biliyorsunuz?

Hz. Muhammed’i (s.a.v.) daha iyi tanımak için onun dünyaya geldiği Mekke şehrinin tarihini bilmemiz gerekir. Arap Yarımadası’nda bulunan Mekke, Müslümanlar için çok önemli bir şehirdir. Çünkü Müslümanların kıblesi olan Kâbe Mekke’dedir. Kâbe, yeryüzünde Allah’a (c.c.) ibadet amacıyla yapılan ilk mabettir. (Âl-i İmrân suresi, 96. ayet.) Hac ibadeti esnasında ziyaret edilen diğer dinî mekânlar da Mekke şehri ve civarında bulunur.

Yapıldıktan sonra yıkılan ve yeri unutulan Kâbe, Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu Hz. İsmail (a.s.) tarafından yeniden inşa edilmiştir. Bu konu Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, ‘Ey Rabbimiz! Bu yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz Sen işitensin, bilensin. Rabbimiz! bizi Müslümanlardan eyle ve neslimizden de Müslüman bir ümmet çıkar…’ (diye dua ediyorlardı.)” (Bakara suresi, 127-128. ayet.)

KÂBE

Hz. Âdem’den (a.s.) sonra insanlar çoğaldı ve dünyanın farklı yerlerine dağıldılar. Filistin bölgesinde yaşayan Hz. İbrahim (a.s.), Allah’ın emriyle eşi Hz. Hacer’i ve oğlu Hz. İsmail’i (a.s.) Mekke şehrine getirdi. O zamanlar Mekke kurak bir vadiydi. Ağaç ve su yoktu. İnsanlar o bölgede yaşamıyordu. Kâbe’nin yeri de unutulmuştu. Hz. İbrahim (a.s.), eşini ve oğlunu Allah’ın (c.c.) emriyle burada bırakarak geri döndü. Bir süre sonra anne ile oğlunun yiyecek ve içecekleri tükendi. Hz. Hacer oğluna su aramak için koşuşturmaya başladı. Allah’a dua etti, yalvardı. Geri döndüğünde oğlu İsmail’in ayaklarının değdiği yerden suların aktığını gördü. Bu suya zemzem adı verildi. Zemzem suyunun çıkmasıyla birlikte Mekke’ye yerleşenlerin sayısı arttı. Anne ile oğlu da burada yaşamaya başladılar.

Bir gün Hz. İbrahim (a.s.) Mekke’ye eşini ve oğlunu ziyarete geldi. O ve oğlu, Allah’ın emriyle Kâbe’yi yeniden inşa ettiler. Artık Mekke insanların Allah’a (c.c.) ibadet ettikleri bir yer olmuştu. Hz. İsmail (a.s.) burada evlendi ve çocukları oldu. Zamanla Hz. İsmail’in (a.s.) soyundan gelen Kureyş kabilesi Mekke’ye hâkim oldu. Hz. Muhammed de (s.a.v.) Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in (a.s.) soyundandır ve Mekke’de dünyaya gelmiştir.
(Sadettin Ünal, “Kâbe”, TDV İslam Ansiklopedisi, C 24, s. 21-22.)

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu Mekke şehri, Arap Yarımadasında yer alır.

Mekke’de Dinî Hayat

Hz. İsmail’in (a.s.) vefatından sonra Mekkeliler zamanla tek Allah inancından uzaklaştılar. Kâbe’yi kutsal bir ibadet yeri olarak kabul etmelerine rağmen Allah’ı (c.c.) ve ahireti unuttular. Putperest bir topluma dönüştüler. Gittikleri ülkelerden Mekke’ye putlar getirdiler ve kendilerine taştan, tahtadan putlar yaptılar. Bir süre sonra Kâbe’nin içi ve dışı putlarla doldu. Bu dönemde Mekke halkı çeşitli şekil ve büyüklükteki putlara tapınıp, dua ve isteklerini onlardan dilerdi. Putlar adına kurban keser onlar için şenlikler düzenlerdi.

Mekkeli müşrikler ölümden sonra dirilmeye, cennet ve cehennemin varlığına inanmazlardı. Tek düşünceleri daha çok kazanmak ve dünyanın gelip geçici zevkleriyle oyalanmaktı. Böyle olunca da toplumda haksızlıklar, zulümler ve günahlar son derece yaygınlaşmıştı. İçki içmek, kumar oynamak, hırsızlık yapmak, insanların mallarını gasp etmek sıradan davranışlar halini almıştı. Güçlüler zayıfları ezer, zenginler fakirleri hor görür, kölelere, kadınlara ve kız çocuklarına hiçbir değer verilmezdi. Hatta kız çocuğu sahibi olmak ayıplanırdı. Bazı Mekkeliler fakirlik ve ayıplanma korkusuyla kız çocuklarını çölde ölüme terk ederdi.

İslam’dan önce insanların yaşadıkları bu karanlık döneme “cahiliye dönemi” denir. Cahiliye; Allah’ın (c.c.) rızasına uygun olmayan tutum ve davranışlar içinde olmak demektir. Cahiliye anlayışının geçerli olduğu toplumlarda bilgi yerine bilgisizlik, dürüstlük yerine yalancılık, adalet yerine zulüm, paylaşma yerine bencillik, merhamet yerine acımasızlık hâkim olur.

Hz. Peygamberin doğduğu dönemde Mekkeli müşrikler cahillik içinde yaşıyordu. Ancak Mekke’de az da olsa, Hz. İbrahim’den (a.s.) kalan doğru inancı sürdüren insanlar da vardı. Bunlara hanif denirdi. Hanifler, Allah’a (c.c.) şirk koşmaz, putlara tapmaz ve günahlardan uzak durmaya çalışırlardı.

Arap Yarımadası’nın değişik bölgelerinde putperestlik dışında farklı inançlara mensup insanlar da yaşardı. Hristiyanlık ve Yahudilik bu inançlardandı. Özellikle Medine şehrinde Yahudiler putperestlerle bir arada yaşarlar ve içlerinden bir peygamberin yakın bir zamanda kendileri için geleceğine inanırlardı.

Allah’a (c.c.) ortak koşmak, O’ndan başka varlıkları tanrı kabul etmek ve onlara tapmak İslam dininde “şirk” olarak adlandırılır ve en büyük günah sayılır. Çünkü tek bir Allah (c.c.) vardır. O’na şirk koşmak insanın büyük bir hatanın içine düşmesine neden olur. Allah’a (c.c.) ortak koşanlara Kur’an-ı Kerim’de “müşrik” adı verilir. İslam dinine göre bir Müslümanın şirkten uzak durması gerekir.

Mekke’de Sosyal ve Ekonomik Hayat

Arap Yarımadası’nın yerli halkı olan Araplar kabileler halinde yaşardı. Kabileye bağlılık Araplar için çok önemli kabul edilirdi. Ufak anlaşmazlıklar bile kabileler arasında savaşların çıkmasına sebep olur ve bu savaşlar bazen uzun yıllar süren kan davalarına dönüşürdü.

Mekke’de özgür insanların yanı sıra köleler de vardı. Kölelerin hiçbir hakkı yoktu. Onlar sahiplerinin malı sayılır, pazarlarda alınır satılırdı. Kadınlara ve kız çocuklarına da değer verilmezdi.

Arapların bir kısmı şehirlerde yerleşik olarak, bir kısmı ise çöllerde ve kırsal alanlarda göçebe olarak yaşardı. Göçebe olarak yaşayanlara bedevî denirdi. Bunlar genellikle hayvancılıkla uğraşır ve çadırlarda barınırlardı. Köylerde ve şehirlerde yaşayan Araplar ise geçimlerini tarım ve ticaret yaparak sağlardı.

Mekke gelişmiş bir ticaret şehriydi. Mekkeli Araplar, Suriye ve Yemen şehirleri arasında deve kervanlarıyla ticaret için yolculuklara çıkarlardı. Ayrıca Kâbe tüm Arabistan’da kutsal kabul edildiği için farklı bölgelerde yaşayan Araplar burayı sık sık ziyarete gelirdi. Yılın belli zamanlarında Mekke’de panayırlar kurulurdu. İnsanlar bu panayırlarda buluşur, hem ticaret yapar hem de çeşitli sosyal faaliyetlerde bulunurlardı.

Arap toplumunda şiir sanatı çok gelişmişti. Mekke’de şiir yarışmaları düzenlenir, en güzel şiirler Kâbe’nin duvarına asılırdı. Şairler toplumda büyük saygı görür, başarılı şairler zenginler tarafından ödüllendirilirdi.

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir